107-TAHRÎM SÛRESİ
MEDENÎ, 12 ÂYET
GİRİŞ
Adını 1. âyetteki تحرم[tuharrimu] ifadesinin mastarı olan تحريم[tahrîm] sözcüğünden alan sûrenin, Medîne’de 107. sırada indiği kabul edilir.
Sûrede ilk önce bir davranışı nedeniyle Rasûlullah ikaz edilmekte, sonra Rasûlullah’a, eşleri ile kendisi arasında geçen bir hâdise açıklanmakta ve buna bağlı olarak da Rasûlullah’ın eşleri tehdit edilmektedir.
Ayrıca, mü’minlerin kendilerini ve yakınlarını cehennemden korumaları, içtenlikle tevbe etmeleri istenmektedir. Daha sonra da dinde nesebin önemli olmadığı, sorumluluğun bireysel olduğu –özellikle– kadınlara yönelik olarak gösterilmektedir.
MEAL:
1Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
2Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
3Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/ olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, Peygamber’e bunu açığa vurunca, Peygamber bir olayın belirli bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/ vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber, “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
4Ey Peygamber’in iki eşi, hatalarınızdan Allah’a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.– Yok eğer Peygamber’e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o’na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur’ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o’na arka çıkarlar.
5Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, kendisine sizden daha hayırlı, müslime, mü’mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur.
6,7Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş’ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah’a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz!
8Ey iman etmiş kimseler! Saf, katışıksız/ samimi bir hatadan dönüş ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz, Peygamber’i ve o’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, ışıklarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, “Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin” diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.
9Ey Peygamber! Kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere ve münâfıklara karşı gayretli ol, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer de cehennemdir. Ve o, ne kötü dönüş yeridir.
10Allah, kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, Nûh’un kadını ile Lût’un kadını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun aşağılık karıları idiler. Sonra onlara hainlik ettiler. İkisinin kocası da, peygamber olmalarına rağmen Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Ve, “Girenlerle birlikte siz ikiniz de ateşe girin!” denildi.
11Allah, inanan kimselere de Firavun’un kadınını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” demişti.
12Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmrân kızı Meryem’i de örnek verdi. İşte Biz onu vahyimizle az da olsa bilgilendirdik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayıp uyguladı ve sürekli saygıda duranlardan oldu.
TAHLİL:
1Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
2Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
3Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/ olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, Peygamber’e bunu açığa vurunca, Peygamber bir olayın bir olayın belirli bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/ vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber, “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
4Ey Peygamber’in iki eşi, hatalarınızdan Allah’a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.– Yok eğer Peygamber’e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o’na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur’ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o’na arka çıkarlar.
5Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, kendisine sizden daha hayırlı, müslime, mü’mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur.
Bu âyet grubu, Rasûlullah’ın özel hayatına ait bazı olayları ifşa etmektedir. 1-2. âyetlerde, helâl olan bir şeyi kendine haram kılan Rasûlullah, Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. Allah, yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah sizin mevlânızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır diye azarlanmıştır.
Herhangi bir şeyi haram ya da helâl kılma yetkisi sadece Allah’a aittir; peygamber dahi olsa hiç kimse haram ve helâl kılma yetkisine sahip değildir. Hele hele Allah’ın açıkça helâl kıldığı bir şeyi haram kılmak olacak iş değildir:
31Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah, savurganları sevmez.
32De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
(A‘râf/31-32)
116Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.
(Nahl/116)
87Ey iman eden kimseler! Allah’ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.
88Ve Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah’ın koruması altına girin.
(Mâide/87-88)
Rasûlullah’ın, eşlerinin hatırı için kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu hususunda anlatılan “bal yeme ve sonra da bal yememeye yemin etme” hikayesi pek makul değildir. Bizce şu rivâyet daha makuldür:
Peygamber efendimizin kendisine haram kıldığı, Mariye el-Kıbtiye’dir. Bu câriyeyi kendisine İskenderiye hükümdarı Mukavkıs hediye etmişti.
İbn İshâk dedi ki: “Mariye, Hafi diye bilinen bir beldenin Ansine diye bilinen yerindendir. Peygamber, Hafsa’nın odasında onunla birlikte olmuştu.”
Dârekutnî’nin, İbn Abbâs’tan, onun da Ömer’den rivâyetine göre Ömer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) oğlu İbrâhîm’in annesi Mariye ile Hafsa’nın odasına girdi. Hafsa da gelip Peygamber’i o’nunla birlikte buldu. –O sırada Hafsa babasının evine gitmişti.– Peygamber’e, “Onu odama mı sokuyorsun?” dedi. Senin bunu yapmanın sebebi, ancak diğer hanımların arasında benim senin yanında değerimin olmayışıdır. Peygamber ona şöyle dedi: “Bundan Âişe’ye söz etme! Bir daha ona yaklaşmak bana haram olsun.” Hafsa o’na şöyle dedi: “O senin câriyen iken onu kendine nasıl haram ediyorsun?!” Peygamber ona yaklaşmayacağına dair Hafsa’ya yemin etti ve “Bundan kimseye söz etme” dedi. Fakat Hafsa bunu Âişe’ye anlattı. O da hanımlarının yanına bir ay süreyle girmeyeceğine dair yemin etti. 29 gün onlardan uzak kaldı. Bunun üzerine, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin? âyeti nâzil oldu.[1]
Rasûlullah’ın, kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu Ahzâb sûresi’nden anlaşılabilir:
51Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah, her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır. (Ahzâb/51)
Bu âyete göre Rasûlullah’a, eşlerinden istediğini seçme hakkı verilmiş, buna rağmen Rasûlullah eş hatırına yanlış bir iş yapmış, Allah da Rasûlullah’tan, daha evvel inzâl edilen bir âyet ile amel etmesini istemiştir:
224Ve iyilerden olmanıza, Allah’ın koruması altına girmenize, insanlar arasını düzeltmenize, Allah’ı, yeminleriniz için engel yapmayın; “Yapardım ya Allah’a yemin ettim, artık yeminimi bozamam” demeyin. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/224)
Bu âyet grubunda konu edilen ikinci mesele, Rasûlullah’ın eşlerinin hatalı davranmalarıdır: Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, ona, bunu açığa vurunca, o [Peygamber] bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti [vazgeçmişti]. Sonunda ona, bunu, kendisi haberi verince o, “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. O [Peygamber], “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
- âyette, Rasûlullah’ın evinde cereyan eden önemli bir olaya değinilmektedir. Mahiyeti Kur’ân’da bildirilmeyen bir olay/söz, Rasûlullah tarafından eşlerinden bazılarına –ki aşağıda iki eş olduğu anlaşılmaktadır– sır olarak veriliyor. Eşlerden biri bu sırrı ifşa ediyor. Rasûlullah da ona sırrı ifşa etmiş olduğunu bildirince, bunu nereden öğrendiğini soruyor. Rasûlullah da, “Onu çok iyi bilen, çok iyi haber veren” haber verdi diye cevap veriyor. Âyetin özü, işte böyledir.
Rasûlullah’ın eşine verdiği sırrın mahiyeti Kur’ân’da bildirilmemiştir. Âyetteki حديث [hadîs] kelimesi, hem “olay” hem de “söz” olarak anlaşılabilir. Bunun mahiyetine dair birtakım şeyler nakledilmiştir:
el-Kelbî dedi ki: Ona gizlice söylediği söz şudur: “Senin baban ile Âişe’nin babası benden sonra ümmetimin üzerinde benim halifelerim olacaktır.” İbn Abbâs da böyle, yani, “Kendisinden sonra halifelik işini Hafsa’ya gizlice söylemiş, ancak Hafsa bunu açıklamıştı” demiştir.
Dârekutnî Sünen’inde el-Kelbî’den, o Ebû Sâlih’ten, o da İbn Abbâs’tan yüce Allah’ın, Hani Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti buyruğu hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hafsa Peygamber’i (s.a) İbrâhîm’in annesi ile birlikte görünce, ona, “Âişe’ye haber verme” dedi. Ayrıca ona şunları söyledi: “Senin baban ile onun babası benden sonra hükümdar olacaklar ya da onlar yönetimin başına geçecekler; fakat Âişe’ye haber verme!” (İbn Abbâs) dedi ki: “Ancak Hafsa gitti ve Âişe’ye haber verdi. Allah da bu durumu o’na açıkladı. Peygamber bunun bir bölümünü söyledi, bir bölümünü de sakladı.” (İbn Abbâs) dedi ki: Daha sonra; “Senin baban ile onun babası benden sonra işin başına geçecekler” sözünü açıklamadı. Rasûlullah (s.a) bu hususun insanlar arasında yayılmasından hoşlanmadı.[2]
Mukâtil dedi ki: Yani ona, Âişe’ye söylediğinin bir bölümünü haber verdi. Bu da Umm Veledi –İbrâhîm’in annesi Mariye– ile ilgili olandı. Bir bölümünü ise haber vermemişti. Bu ise Hafsa’nın Âişe’ye, “Ebû Bekr ve Ömer o’ndan sonra yönetimin başına geleceklerdir” sözüdür. “O bunu eşine haber verince, yani Allah’ın kendisine bildirdiği şeyi Hafsa’ya bildirince, bunu sana benim hakkımda kim haber verdi ey Allah’ın Rasûlü dedi. Ve durumu ona Âişe’nin haber verdiğini zannetti. Peygamber (s.a) de, Her şeyi en iyi bilen, her şeyden haberdar olan, yani kendisine hiçbir şey gizli olmayan bana haber verdi” dedi.[3]
Pasajın devamındaki âyetlerin delâletine göre esbâb-ı nüzûle dair rivâyetlerde yer alan bilgiler, paragrafı anlaşılır kılmaktan uzak olduğu gibi, âyetteki nebbe’e fiilinin anlamını yansıtmaktan da uzaktır. Zira “haber verdi” diye çevirdiğimiz نبّأ [nebbe’e] sözcükleri, sıradan haber için kullanılmaz. Bu, çok önemli bir şey olmalıdır.
Ayrıca, Peygamber’in sır verdiği tek eş değildir. O [Peygamber] bir kısmına bildirmiş, bir kısmından yüz çevirmişti ifadesi, “bir kısmına haddini bildirmiş, bazısına da seslenmemişti” demektir.Ve Allah, ona bunu açığa vurunca… ifadesi, Allah’ın vahyi ile açığa vurmasını değil, eşlerin bu önemli sırrı ifşa etmelerini ve dile düşürmelerini” ifade eder.Bana iyi bilen, iyi haber veren haber verdi ifadesi, iki şekilde anlaşılabilir:Birincisi: Bunu Peygamber’e bildiren, halktan bir kimsedir. Zira alîm ve habîr sözcüklerinin kullar için kullanıldığı âyetler de vardır (bkz. Furkân/59; A‘râf/109, 112; Yûsuf/55, 76; Hicr/53 ve Şu‘arâ/34, 37).İkincisi: İyi bilen, iyi haber alan, Allah’tır. Ama bu, Allah’ın bizzat haber vermesi anlamına gelmez. Örfte, bu tarz ifadeler, asıl faili gizlemek için kullanılır; ki burada da bu ifade, haberi vereni gizlemek için kullanılmıştır. Bunun bir örneği de Âl-i İmrân/37’de bulunmaktadır: Meryem, kendisine gelen yemeklerin kaynağını bildirmez; O, Allah katındandır diye cevap verir:
37Bunun üzerine Rabbi Meryem’i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi ve ona; Meryem’e, İsa’yı gayri meşru şekilde doğurmayıp Allah’ın iradesi çerçevesinde babasız doğuruşuna Zekeriyyâ’yı kefil kıldı. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine/özel odaya girse, onun yanında bir rızık bulurdu. Zekeriyyâ, “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. Meryem de: “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.
(Âl-i İmrân/37)