86-MUTAFFİFİN [HİLEBAZLAR] SURESİ
GİRİŞ:
Mutaffifin suresi Mekke’de 86. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “ المطفّفين el Mütaffifin” sözcüğünden almıştır. Mutaffifin suresi Mekke’de inen son suredir. Aşağıda görüleceği üzere, nakillerde surenin Medine’de Medinelilere tebliğ edildiği aktarılarak surenin Medeni olduğu var sayılmıştır.[1]
Mutaffifin suresinin inişi ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
Nesai’nin rivayetine göre, İbn Abhas söyle demiştir: Peygamber (sav) Medine’ye geldiğinde (Medineliler) ölçü ve tartı itibariyle insanların en kötüleri idiler. Yüce Allah: “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” buyruğunu indirdi. Onlar da bundan sonra ölçülerini güzel [doğru] yapmaya başladı.[2]
İbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu (sure), Medine’ye gelip konakladığı vakit Rasûlullah (sav)’a nazil olmuş ilk sûredir. Bu özellik onlarda [Medinelilerde] vardı. Onlar bir şey satın aldıkları vakit, daha fazla bir ölçekle alırlardı. Fakat sattıklarında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Bu sûre nazil olunca, bu işten vazgeçtiler. O bakımdan onlar bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz ölçü yapanlardır.[3]
Bir kesim de şöyle demiştir: Buyruk, Ebu Cuheyne diye bilinen adı Amr olan bir kişi hakkında inmiştir. Bu adamın iki tane sâ’ı [kilesi] vardı. Birisi ile satın alıyor, diğeri ile diğerlerine veriyor [satıyor]du. Bu açıklamayı da Ebu Hureyre (r.a) yapmıştır.[4]
İkrime’nin rivayetine göre, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s) Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin ölçü-tartıda en fazla noksan verenler olduğunu gördü. Bunun üzerine Hak Teâlâ bu ayeti indirdi. Onlar, artık bundan sonra dosdoğru ölçüp tartmaya başladılar.” Yine Medinelilerin noksan ölçüp tartan tüccarlar olduğu, alış-verişlerinin, münabeze, mülamese, muhatara şeklinde olduğu için bu ayetin nazil olduğunu; derken Hz. Peygamber (s.a.s)’in çıkıp bu (ayeti) onlara okuduğunu ve “Beş şeye mukabil, beş şey vardır” dediğini; bunun üzerine, “Beş şeye mukabil beş şey ne demektir?” denilince de “Bir toplum ahdini bozarsa, Allah da onlara düşmanlarını musallat eder; Allah’ın indirdiği şeylerden başkasıyla hükmederse, o kavimde fakirlik yayılır; fuhuş yaygınlaştığı zaman ölüm yaygınlaşır; ölçü ve tartıda noksanlaştırdıklarında bitkiler bitmez ve onlar kıtlıkla başbaşa bırakılırlar; zekâtlarını vermezlerse yağmurları kesilir” buyurmuştur.[5]
Hâlbuki Resulullah’ın Medine’ye geldikten sonra bu sureyi Medinelilere tebliğ etmiş olması, onların da bu tebliğden sonra dürüst davranmaya başlaması, surenin Medine’de indiği anlamına gelmez. Çünkü o dönemde Mekke’de de tekelleşmiş, her türlü ticarette kontrolü eline almış, ellerinde büyük servetler bulunan, Yemen’e ve Şam’a kış ve yaz ticaret kervanları yollayan ve büyük kazanç elde eden, yakın çevredeki pazar ve panayırları kontrol altında tutan birçok hilebaz tüccar bulunuyordu.
Surenin temel konusu ahiret olup dünyadaki her türlü kötülüğün -Maun suresinde de dile getirildiği gibi- ahirete inanmamaktan kaynaklandığı vurgulanmakta ve ahirete inanmanın ne kadar elzem olduğuna işaret edilmektedir. Zira bir toplum en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba çekileceğine inanmıyorsa, o toplumdan kötülüğün giderilmesi ve insanların dürüst olması beklenemez.
Surede ayrıca Kur’an’da sıkça kullanılan karşıtlık metodu çerçevesinde iyiler ve kötülerin durumuna ve akıbetlerine dair bilgiler verilmektedir.
MEAL:
1-3Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara!
4-6Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
7-13Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan zaman kaybına uğrayan/ hayırda ağırda alan/ zarar veren/ kusur oluşturan kimselerden başkası yalanlamaz.–
14Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
15Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
18-21Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin’dedir. –Illıyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–
22-28Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim’in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim’dendir (en iyi içecek). Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–
29Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere gülüyorlardı. 30Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. 31Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. 32Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı.
34-36İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere gülecek.
TAHLİL:
1-3Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara!
4-6Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan, başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara uğratmak suretiyle kâr elde etmeyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit edilmektedirler.
Ayetlerdeki “Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekileceğini hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı:
1Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
(Maun/1- 3)
Ve Adiyat suresi de okunmalıdır.
İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı kesinlikle yasaklamıştır.
152Yetimin malına da yaklaşmamanızı, –Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-
ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-
söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı
ve Allah’a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-”
(En’am/152)
35Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir.
(İsra/35)
7-9Ve semayı da oluşturdu, onu yükseltti ve terazide/ölçüde/dengede taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi/ölçüyü/dengeyi koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye/ölçüye/dengeye zarar vermeyin.
(Rahman/7- 9)
Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara, hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir.
Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır:
84-86Medyen’e de kardeşleri Şu‘ayb’ı elçi gönderdik. Şu‘ayb: “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey toplumum! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde kargaşacılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mü’min iseniz, Allah’ın bıraktığı/helâlinden size ihsan ettiği kâr, sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi.
87Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı içeren dinin mi] emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”
88-90Şu‘ayb: “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şâyet ben, Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben, size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Başarıya ulaşabilmem de ancak Allah iledir. Ben, yalnızca O’na işin sonucunu havale ettim ve ancak O’na yönelirim. Ve ey toplumum! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh toplumunun veya Hûd toplumunun veya Sâlih toplumunun başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lût toplumu sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi.
91Şu‘ayb’ın toplumu dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin akrabaların/ taraftarların olmasaydı kesinlikle seni taşa tutar öldürürdük. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün/galip gelecek durumun yoktur.”
92,93Şu‘ayb: “Ey toplumum! Benim akrabalarım/taraftarlarım size karşı Allah’tan daha mı güçlü/değerli? Ve Allah’ı arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey toplumum! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi.
94Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb’ı ve o’nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen’e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır.
(Hud/84-95)
Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde verilmiştir.
7-13Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan zaman kaybına uğrayan/ hayırda ağırda alan/ zarar veren/ kusur oluşturan kimselerden başkası yalanlamaz.–
Bu ayet grubu “ الردعer Red’ (Engelleme)” edatı olan “ كلاّkella” ile başlayarak inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada, inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir.
“الفجّار FÜCCAR”
Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız olmuş ve “fücur” sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak açıklandığı ifade edilmişti. Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından dolayı “facir” denir. Sözcüğün çoğulu “فجّار füccar” veya “فجرة fecere” şeklinde ifade edilir.