91-MÜMTEHİNE SÛRESİ
MEDENÎ, 13 ÂYET
GİRİŞ
Medenî olan ve 91. sırada indiği kabul edilen bu sûre, adını, 10. âyette geçen فامتحنوهنّ [femtehınûhunne/onları imtihan edin] sözcüğünden alır. Sûreye ad olan kelime, ممتحِنة[mümtehine] ya da ممتحَنة[mümtehane] şeklinde telaffuz edilir. Şâyet ح [ha] harfi “kesre” [“ı” sesli] okunursa, “imtihan eden” anlamına, “fetha” [“a” sesli] okunursa, “imtihan olunan kadın” anlamına gelir. Mümtehane [imtihan olunan kadın] olduğunu kabul edenler, bunu, sûrenin, hakkında nâzil olduğu kadına izafe ederler. Târih kayıtlarına göre bu kadın, Ukbe b. Ebî Muayt’ın kızı Umm Gülsüm’dür. Bu hanım, Abdurrahmân b. Avf’ın hanımı idi. Abdurrahmân’ın oğlu İbrâhîm bu kadından doğmuştur.
Sûrede genel olarak iman esasları çerçevesinde savaş hukuku ve uluslar arası ilişkiler konu edilir.
Sûrede değinilen olaylar ve emredilen ilkeler dikkate alındığında, sûrenin Mekke’nin fethinden kısa süre önce ve Mekke’ye yapılan sefer esnasında indiği anlaşılır.
MEAL:
1Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda çaba harcamak ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri bilerek reddetdikleri /inanmadıkları hâlde, onlara sevgi ulaştırarak/onlara sevgiyi gizleyerek Bana düşman olanları ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin/onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Elçi’yi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Oysa Ben, sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.
2Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “Keşke küfretseniz; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ inanmasanız” diye arzu etmektedirler.
3Kıyâmet günü akrabalarınız ve ÖZELLİKLE çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah aranızı ayırır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
4,5İbrâhîm’de ve o’nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm’in babası için, “Senin için kesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, “Biz, sizden ve sizin Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın, en sağlam yapanın ta kendisisin!” demişlerdi.
6Andolsun, onlarda sizin için; Allah’ı ve âhiret gününü uman kimseler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah, zenginin, övgüye layık olanın ta kendisidir.
7Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
8Allah, sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.
9Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici, yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
10Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınlar göçmenler olarak size geldiği zaman, hemen onları sorgulayın. –Allah onların imanlarını daha iyi bilir.– Artık, eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz, artık onları kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere geri döndürmeyin. Göç eden mü’min kadınlar, onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. İnanmamış eski kocalarına sarfettiklerini verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi/ ödediğiniz mehiri geri isteyin. Onlar da sarfettiklerini/ size harcadıklarını geri istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. Ki aranızda O hükmeder, Allah, çok bilendir, çok iyi yasa koyandır.
11Eğer eşlerinizden biri, sizden, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere kaçar da siz de misillemede bulunursanız, eşleri gitmiş olanlara, harcadıkları kadar verin. Ve siz, kendisine inandığınız Allah’ın koruması altına girin.
12Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, KARINLARINDA TAŞIDIKLARI VEYA DOĞURDUKLARI ÇOCUĞUN BABASININ KİM OLDUĞU İLE İLGİLİ bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
13Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın hoşnut olmadığı toplumu velîleştirmeyin [yönetici, gözetici yapmayın]. Kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar, âhiretten ümit kesmişlerdir.
TAHLİL:
1Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda çaba harcamak ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri bilerek reddetdikleri /inanmadıkları hâlde, onlara sevgi ulaştırarak/onlara sevgiyi gizleyerek Bana düşman olanları ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin/onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Elçi’yi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Oysa Ben, sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.
2Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “Keşke küfretseniz; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ inanmasanız” diye arzu etmektedirler.
3Kıyâmet günü akrabalarınız ve ÖZELLİKLE çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah aranızı ayırır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
Bu âyetlerde mü’minlerin, ana-baba, kardeş, akraba olsa bile kâfirlerle olan ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken noktalar bildirilmektedir.
Âyetlerde verilen direktifleri belirlemeden önce, bu âyetlerin inişine neden olan olayları Mevdudi merhumun Kurtubi, Razi, İbn-i Kesir gibi kaynaklardan özetleyerek sunumunu aynen naklediyoruz:
Konunun anlaşılması bakımından, öncelikle bu âyetin nüzûlüne neden olan hâdise hakkında ayrıntılı bilgi vermek uygun olacaktır. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Urve b. Zübeyr de dahil olmak üzere tüm müfessirler bu âyetlerin, Hâtıb b. Ebî Belta’nın gönderdiği mektubun yakalanması üzerine nâzil olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Bu hâdise şu şekilde cereyan etmiştir: Kureyşliler Hûdeybiye Antlaşması’nı çiğnedikleri zaman, Hz. Peygamber (s.a) Mekke’ye saldırı için hazırlıklar yapmaya başladı. Ancak Mekke’ye saldırı yapılacağı hususu birkaç sahabe dışında hiç kimseye bildirilmemişti. Bu sıralarda Benî Abdu’l-Muttalib’in azat ettiği bir câriye Mekke’den Medîne’ye gelir. Daha önceleri şarkıcılık yapan bu câriye, mâlî yönden sıkıntıya düşmüş ve bu nedenle Hz. Peygamber’e (s.a) kendisine yardım etmesi için başvurmuştu. Hz. Peygamber de (s.a) Abdulmuttalib oğulları’na onun ihtiyaçlarını karşılamalarını söylemiştir. Bu kadın Mekke’ye geri döneceği zaman, Hâtıb b. Ebî Belta kendisi ile görüşür ve Mekke’nin ileri gelenlerine iletmesi için ona gizli bir mektup verir. Kadın Medîne’den ayrıldıktan sonra, Cenâb-ı Allah bu olayı Rasûlü’ne bildirir. Hz. Peygamber de (s.a) hemen Ali, Zübeyr ve Mikdat b. Esved’i kadını takip etmeleri için görevlendirerek, onlara şöyle emreder:
— Hemen yola çıkın. Medîne’den 22 mil uzaklıkta Mekke yolunda bir kadın göreceksiniz. Onda Hâtıb’ın müşriklere yazdığı bir mektup bulunuyor. Mektubu verirse kadını serbest bırakın, vermezse öldürün!
Hz. Peygamber’in (s.a.) emri üzerine yola çıkıp kadını söylenilen mevkide bulur ve ondan mektubu isterler. Kendisinde mektup olmadığını söylemesi üzerine kadını ararlar, ama mektubu bulamazlar. Ancak kadını, mektubu vermediği takdirde soyup öyle aramak zorunda kalacaklarını söyleyerek tehdit edince, kadın kurtuluş olmadığını anlar ve mektubu saçlarının arasından çıkararak onlara verir. Onlar da mektubu alarak Hz. Peygamber’e (s.a.) götürürler. Hz. Peygamber (s.a) mektubu açıp okuduğunda, Mekke’ye yapılacak olan saldırı hazırlıklarının, Kureyşlilere bildirildiğini görür. (Çeşitli rivâyetlerde değişik lafızlar kullanılmış olmasına rağmen muhteva aynıdır.) Hz. Peygamber, Hâtıb’a bu davranışının nedenini sorduğunda o şöyle cevap vermiştir:
— Yâ Rasûlallah! hakkımda hemen karar verme. Ben kâfir ya da mürted olduğumdan veya İslâm’dan sonra küfre sempati beslediğim için böyle davranmış değilim. Asıl sebep, ailemin hâlâ Mekke’de ikâmet ediyor olmasıdır. Bildiğiniz gibi ben, Kureyş kabilelerinden birine de mensup değilim. Bazı Kureyşlilerin dostluğu nedeniyle Mekke’de yaşıyordum. Diğer Muhacir kardeşlerimin aileleri de Mekke’dedir ama ailelerine sahip çıkacak akrabaları da vardır. Oysa benim ailemi sahiplenecek bir kabilem yok orada. Dolayısıyla ben bu mektubu, onlara bir iyilik yaparsam, onlar da kendilerini bana borçlu hissederek aileme dokunmazlar düşüncesiyle yazdım.
(Hâtıb’ın oğlu Abdurrahmân’ın rivâyet ettiğine göre, Mekke’de Hâtıb’ın kardeşi ve çocukları, Hâtıb’ın kendi rivâyetine göre annesi de vardı.) Hz. Peygamber (s.a) Hâtıb’ın sözlerini dinledikten sonra şöyle demiştir:
— Hâtıb sizlere doğru söylüyor.
Yani o, İslâm’dan inhiraf ettiği için veya küfre yardımcı olmak gayesiyle böyle davranmamıştır. Hz. Ömer ise hemen ayağa kalkarak şöyle der:
— Yâ Rasûlallah! İzin ver de, Allah’a, Rasûl’e ve Müslümanlara ihânet eden şu münâfığın kellesini uçurayım.
Fakat Hz. Peygamber (s.a) şöyle karşılık verir:
— Bu şahıs, Bedir savaşı’na katılanlardandır. Allah’ın Bedir savaşı’na katılanlara, o vaziyeti görüp, “Ben sizi affettim” demediğini kim biliyor?
Son cümlenin kelimeleri bazı rivâyetlerde, farklı lafızlarla ifade edilmiştir. Bazılarında, “Ben sizleri bağışladım”, başka bir rivâyette “Ben sizleri affedenim”, başka bir rivâyette ise “Ben sizleri affedeceğim” şeklindedir. Bu sözleri duyan Hz. Ömer ağlayarak demiştir ki:
— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
Bu özeti, muteber senetlerle yapılan birçok rivâyetten (Buhârî, Müslim, İmam Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Taberî, İbn Hişâm, İbn Hibban ve İbn Ebî Hâkim) almış bulunuyoruz. Bu rivâyetler arasında en güvenilir olanı, Hz. Ali’den, onun kâtibi Ubeydullah b. Muhammed b. Ebî Râfî’nin, ondan da Hz. Ali’nin torunu Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin işiterek rivâyet ettiği ve başka ravilerin de bize ulaştırdığı hadistir. Tüm bu rivâyetlerde açıkça, Hâtıb’ın mazeretinin kabul edilerek affedildiği bildirilmektedir. Nitekim hiç bir kaynak ona ceza verildiğini nakletmemektedir. Bu bakımdan ümmetin âlimleri, mazereti kabul edilerek Hâtıb’a bir ceza verilmediği hususunda görüş birliği içindedirler.[1]
Mü’minlerin sırlarını başkalarına aktarma teşebbüsünde bulunan kimseleri uyarmak için inen bu âyetlerde şu ilkeler yer almıştır:
- Mü’minler, Allah düşmanlarına ve kendi düşmanlarına sevgi besleyip, onlar adına casusluk yapamazlar. Çünkü onlar, Elçi ve mü’minleri Allah’a inandıkları için yurtlarından çıkarmışlardır.
- Kâfirler/müşrikler fırsat buldukları takdirde mü’minlere, ellerinden gelen her türlü kötülüğü yaparlar.
- Kâfirler/müşrikler, mü’minlerin de küfretmelerini temenni etmektedirler.
- Ne kadar yakın akraba olsalar da kâfirlerden/müşriklerden mü’minlere hayır gelmez.
- Allah, inananlar ile inanmayanları mutlaka ayıracaktır.
- Buna karşı çıkan; bu ilkeye uymayan yoldan sapmıştır.
Âyette, Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermezler. O [Allah], aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir ifadesiyle, kıyâmet gününde Allah’ın, sizinle akrabalarınız ve evlâtlarınız arasını ayıracağı, iman ehlinin cennete, küfür ehlinin ise cehenneme gireceği, akrabanın akrabaya hayrının dokunmayacağı beyân edilmiştir.
Bu âyet, yukarıda detaylıca sunduğumuz olay nedeniyle inmiş olsa da, burada mü’minlere ebedî bir ders de verilmiş, kıyâmete kadar uymaları gereken ilkeler vaz‘edilmiştir. Kâfirlerin hiçbirinin velî edinilmemesine dair birçok âyet bulunmaktadır, ki bunları sûrenin son âyetinin tahlilinde sunacağız.
Âyette, Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı velîler edinmeyin buyurulmasının sebebi şudur: Allah’a düşman olanlardan mü’minlere düşman olmayanlar, mü’minlere düşman olanlardan da Allah’a düşman olmayanlar bulunabilir. Nitekim Teğâbün sûresi’nde şöyle buyurulmuştu:
14Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
(Teğâbün/14)
4,5İbrâhîm’de ve o’nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm’in babası için, “Senin için kesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, “Biz, sizden ve sizin Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın, en sağlam yapanın ta kendisisin!” demişlerdi.
6Andolsun, onlarda sizin için; Allah’ı ve âhiret gününü uman kimseler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah, zenginin, övgüye layık olanın ta kendisidir.