18-KÂFİRUN [KÂFİRLER]SURESİ
KÂFİRÛN SURESİ’NE GİRİŞ
Kâfirûn suresi Mekke’de 18. sırada inmiştir. Sure adını ilk ayetinden almıştır. İlk ayet “قل يا ايّها الكافرون Kul ya eyyühel kâfirûn” olmasına rağmen, bu cümle uzun olduğu için sureye kısaca “Kâfirûn” suresi denilmiştir. Ayrıca “İbadet” ve “İhlâs suresi” olarak da isimlendirilmiştir.
Bu sure ile iman-küfür, hak-batıl arasındaki sınır belirlenmekte, bu sınırdan kesinlikle taviz verilmeyeceği ve bu sınırın ayırdığı iki alan arasında asla sentez yapılamayacağı ilân edilmektedir. Böylece müminler ile kâfirlerin, davet edenler ile davet edilenlerin, davete uyanlar ile uymayanların safları kesin bir ayırımla netleştirilmektedir. Çünkü dikkatli olunmadığı takdirde, doğru inanca bağlananların imanı ile cahiliye düzeninde kalanların sapkın düşünceleri arasında bir etkileşme olabilir. Müminlerin inancına zarar verebilecek böyle bir etkileşmenin meydana gelmemesi için iki inanç ve iki gurup arasında bir saflaşma şarttır. Bu nedenle cahiliye sisteminin insanları ile Müslümanların birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılması zorunludur.
Kategorik olarak daha önceki surelerde “kendi hallerine [Allah’a] bırakılması ve kendilerinden nezaketle uzaklaşılması” istenilenler, Mâûn suresinde “İşte odur!” ifadesi ile peygamberimize hedef gösterilmiş, bu surede ise ilk kez kendilerine doğrudan “Ey kâfirler!” diye seslenilmesi emredilmiştir. Yapılan ayırımın suredeki en sert beyanı ise “Sizin dininiz sadece size, benim dinim de sadece banadır” diyen son ayeti olmuştur.
Surenin İniş Sebebi
Peygamberimize ilk vahyin geliş tarihi ile bu surenin inişi arasında yaklaşık beş-altı yıllık bir zaman farkı vardır. Başlangıçta peygamberimizi hafife alan, onu şair, sihirbaz, mecnun gibi yakıştırmalarla yıpratıp hakkından geleceklerini zanneden Mekke ileri gelenleri [Dar-ün Nedve üyeleri], geçen bu beş-altı yılın sonunda Müslümanların çoğalıp İslâm’ın gelişmesi karşısında strateji değiştirmişler, çaresizlikten peygamberimizle uzlaşma yolunu denemeye karar vermişlerdir. Peygamberimizin ibadet ettiği Allah’ı kendilerinin de ilâh olarak kabul ediyor olmalarını ortak nokta görerek, gerekirse ülkeyi ikiye bölmek veya ona bazı kişisel tavizler vermek yollarının da denenebileceği bir anlaşma sağlanması onlara mümkün görünmüştür.
Bu düşüncelerle, peygamberimizden kendi ilâhlarını ve onlara ibadet edilmesini kınamaktan vazgeçmesini, peygamberimizin kendi ilâhlarına secde etmesi karşılığında ona istediği mal, mülk, makam ve mevkileri verebileceklerini, hatta onu istediği kadınla evlendirebileceklerini vaat etmişlerdir. Bu vaatlerle yetinmeyen müşrikler, ikinci bir teklif olarak da peygamberimizin Lât ve Uzza’ya bir sene boyunca ibadet etmesi karşılığında kendilerinin de aynı süre içinde Allah’a ibadet edeceklerine söz verecekleri önerisinde bulunmuşlardır.
İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatim ve İbn-i Enbari gibi tarihçilerin Mekke müşriklerince peygamberimize yapıldığını belirttikleri bu teklifler, yine aynı kaynaklara göre peygamberimizin “Bir elime Güneş’i, bir elime de Ay’ı verseniz, yine de davamdan vazgeçmem” sözleriyle reddedilmiştir. Müşriklerin bu önerilerinin kabul edilemez yapısı, Kâfirûn suresinde bütün netliğiyle gözler önüne serilmektedir.
18 / KÂFİRUN [KÂFİRLER] SURESİ
Ayetlerin meali:
1De ki: “Ey kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen kişiler! 2Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ ben sizin yaptığınız kulluğu yapmam. 3Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ siz de benim yaptığım kulluğu yapmazsınız. 4Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ ben asla sizin yapmış olduğunuz kulluğu yapıcı değilim. 5Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ siz de benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz. 6Sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam ilkelerim de sadece benim içindir.”
Ayetlerin Tahlili
- ayet
1De ki: “Ey kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen kişiler! …
Surenin neden “قل Qul [De ki]” emriyle başlamış olabileceği hakkında başta Râzî olmak üzere, tefsircilerin hepsi de güzel ve makul pek çok sebep ve hikmet ileri sürmüşlerdir. Bize göre tek sebep, peygamberimizin ancak Allah’tan aldığı emir doğrultusunda konuşabileceğini, yaptığını Allah adına yaptığını, söyleyeceklerinin kendi sözü olmadığını bildirmek içindir. Kısaca emir büyük yerden gelmektedir ve sözlerin içeriğindeki sertliğin sorumlusu da sadece Allah’tır.
Kâfirûn suresi Hakk’ı tebliğ mahiyetinde olmayıp muhatabı müminler olan ve kâfirlere karşı hangi ölçüler içinde olmaları konusunda onları eğiten bir suredir. Bu yönüyle kâfirlerin statülerini belirleyen bir mahiyet taşımaktadır. Çünkü Rabbimiz Hakk’ı tebliğ sürecinde böyle bir sertlik önermemektedir:
125Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir.
(Nahl/ 125)
43Her ikiniz gidin Firavun’a. Şüphesiz o azdı. 44Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
(Ta Ha/ 43-44)
159İşte sen, sırf Allah’ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever.
(Âl-i Imran/ 159)
KÜFÜR- KAFİR
“ كافر kâfir” sözcüğü Kur’an’ın anahtar kavramlarından biri olduğu için özellikle incelenmesi yararlı olacaktır.
Gerek “كفر küfür” ve gerekse aynı kökten türeyen “كافر kâfir” sözcüklerinin sözlük ve terim anlamları şöyledir:
“ كفر Küfür” sözcüğünün sözlükteki birincil anlamı “örtmek” demektir. Karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye “ كافر kâfir [örten]”, arkasındaki varlıkları kapattığı için yoğun buluta, tohumu toprakla örttüğü için çiftçiye, kılıcın kınına, zırha, içindekileri kapattığı için denize, derin nehre “kâfir” dendiği gibi erişilen nimetlere teşekkür etmeyerek yapılan nankörlüğe de “küfür” denir.[1]
“كفر Küfür” sözcüğünün terim anlamı ise, “Allah’ın varlığını, Rabbliğini ve birliğini, peygamberlik kurumunu ve peygamberleri, din gününü ve ahireti bile bile yok saymak”tır. Bu anlamıyla imanın zıddı olan inançsızlığı ifade etmektedir.
“ كافر Kâfir” sözcüğü, “كفر Kefere” fiilinin ism-i faili olup sözlük anlamı olarak “nimeti örten, inkâr eden; nimete nankörlük eden, uzak kalan; nimetten kaçınan kimse” demektir.
“Kâfir” sözcüğünün terim olarak anlamı ise “imanı olmayan, inkâr eden kimse” demektir
Kısaca ve özetle “ كافر kâfir”; “küfür” denen zihinsel eylemin faili/yapıcısı/işleyicisidir. Bu durumda asıl üzerinde durulması gereken sözcük “ كفر küfür”dür.
Küfrün alt gurupları vardır.
Genel küfür: kalbiyle, diliyle kesinlikle Allah, elçi, ahiret vs hepsini bile bile tanımamak.
Cuhd: kalbi tasdik etmesine rağmen diliyle bile bile reddetmek.
İnadi: kalp ve diliyle reddetmemesine rağmen azgınlık ve kıskançlıktan dolayı bile bile reddetmek
Nifak: kalbiyle onaylamasa da diliyle kabul eder görünmek.
Şirk: aklını kullanmayarak aciz yaratıkları ve varlıkları Allah’a denk tutmak. Akılsızlık nedeniyle Allah’a ait nitelikleri örtmek ve bir başka varlıklara yakıştırmak.
Kur’an’da “كفر küfür” ve türevleri pek çok ayette geçmektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, İslâm’da iman konuları bir bütün teşkil ettiğinden, küfrü işleyip kâfir olmak için Kur’an’da verilen örneklerden herhangi birine benzeyerek iman konularından birini bile inkâr etmek yeterlidir:
150,151Allah’a ve elçilerine inanmayarak küfreden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, “Biz, bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve Elçilerinin arasını ayırmayı isteyen ve böylece imanla küfür; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler; işte onlar, kâfirlerin; gerçek Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendileridir. Ve Biz, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
(Nisa/ 150, 151)
84,85Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
(Bakara/ 84, 85)
Kişiyi dinin sınırları dışına atan küfürlerin en kötüsü, tartışmasız olarak Allah hakkındaki küfürlerdir. Allah’ı yüceliğine uygun olmayan bir şekilde nitelemek; isim, sıfat ve emirlerinin birisini bile hafife almak; Allah’a noksanlık isnat etmek şeklindeki küfürlerden en büyük olanı ve bağışlanmayacağı bildirileni, Allah’a ortak tanımaktır:
55Onlar da Allah’ın astlarından kendisine yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişi, Rabbinin aleyhine arka çıkandır/kullarını saptırmak için çalışandır.
(Furkan/ 55)
17Andolsun ki “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve bütün yeryüzündeki kimseleri değişime/ yıkıma uğratmak istese, O’na karşı kim bir şey yapabilir. Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti de sadece Allah’a aittir. O, dilediğini oluşturandır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.”
(Maide/ 17)
72Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da Ateş’tir. Ve şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur” demişti.
73Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Oysa tek ilâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.
(Maide/ 72, 73)
30Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!
(Tövbe/ 30)
48Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur.
(Nisa/ 48)
Hemen belirtilmelidir ki, şirki terk ederek tövbe eden ve af dileyenler artık mümin sıfatı kazanacaklarından, Rabbimiz bu gidişatlarını bozmamaları kaydı ile onları geçmişteki şirklerinden dolayı affedeceğini bildirmiştir:
3,4Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah’ın ve O’nun Elçisi’nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah’tan ve Elçisi’nden insanlara bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman şüphesiz kendinizin, Allah’ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.(Tövbe/ 3, 4)Bir başka küfür de peygamberlik müessesesini kabul etmemek veya herhangi bir peygamberin peygamberliğini [elçiliğini] inkâr etmektir:
136Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrâhîm’e ve İsmâîl’e ve İshâk’a ve Ya’kûb’a ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik; onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O’nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/ esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz].”
(Bakara/ 136)