73Andolsun ki Biz, Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki: “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt geldi. İşte şu, Allah’ın devesi/sosyal yardım ve destek ilkesi, sizin için bir âyettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.
(A’râf/ 73)
5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân’ındır.
7Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O’nundur.
9Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti.
11Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14uyarısına kulak ver.
(Ta Ha/ 5-14)
116-118Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ: “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin” dedi.
(Maide/ 116-118)
130Ve İbrâhîm’in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz çevirir? Ve Biz o’nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir.
131Rabbi o’na, “Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran] biri ol!” dediği zaman İbrâhîm, “Ben âlemlerin Rabbi için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri oldum” dedi.
132İbrâhîm de müslim olmayı, kendi oğullarına ve Ya’kûb’a, “Ey oğullarım! Şüphesiz ki bu dini size Allah seçti. Onun için yalnızca Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] kişiler olarak ölün!” diye vasiyet etti.
133Yoksa siz Ya’kûb’a ölüm hâli gelip çattığı zaman, oğullarına, “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” dediği zaman, onların; “Biz, bir tek ilâh olarak senin ilâhına ve ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk’ın ilâhına kulluk edeceğiz. Ve biz, sadece O’nun için islâmlaştıranlarız” dediklerine tanıklar mı idiniz?!
(Bakara/ 130-133)
Ne var ki peygamberler tarafından insanlara aktarılan tevhit inancı, zaman içinde hep tahrifata uğramış ve değişik inançlarla yozlaşmıştır. En son olarak Kur’an, insanları bu yozlaşmalardan arındırmak için saf ve yegâne tevhidi tekrar ortaya koymuştur:
11İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır. O sizin için kendinizden eşler ve hayvanlardan çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzenin içerisinde türetip üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işitendir, en iyi görendir.
(Şûra/ 11)
102İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, herşey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır.
(En’âm/ 102)
2Furkân’ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama yapandır.
(Furkan/ 2)
3Ey insanlar! Size gökten ve yerden rızık veren Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah’tan başka bir oluşturucu mu var? O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz?!
(Fatır/ 3)
44Tüm gökler/ uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O’nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah’ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır.
(İsra/ 44)
İhlâs suresi de, İslâm’ın temel ilkesi olan tevhit inancını özlü bir şekilde ve herkesin anlayabileceği sadelikte açıklamıştır. Bu suredeki anlatım o kadar özlü bir anlatımdır ki, başta “Ayetü’l-Kürsi” diye adlandırdığımız Bakara suresinin 255. ayeti ve Haşr suresinin son üç ayeti olmak üzere, Kur’an’da yer alan tevhit inancına yönelik pek çok ayet, bu suredeki anlatımın detaylandırılması mahiyetindedir:
255Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O’nun içindir. Kendisinin izni/ bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O’nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O’na zor gelmez. Ve O, çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür.
(Bakara/ 255)
22O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir.
23O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. O, bütün kâinatın hükümdârı, tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren, gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
24O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah’tır. En güzel isimler O’nun içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O’nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Haşr/ 22-24)
Gerek İmam Maturidi gibi kelamcılar ve gerekse tasavvuf ekolünden gelen birçok zat bu ayetlerle ortaya konan tevhit inancı üzerinde değişik yorumlar yapmışlardır. Ancak biz, bu zatların konu hakkındaki uzun görüşlerini aktarmak yerine, tevhit inancının daha iyi anlaşılmasını sağlamak için “Allah’ın Zâtî Sıfatları”nı hatırlatmayı ve böylelikle de Rabbimizi doğru olarak tanıtmayı daha doğru bir yöntem olarak görüyoruz.
Allah’ın Zâtî Sıfatları şunlardır:
Vücûd
Bu sıfat Yüce Allah’ın var olduğunu ifade eder. Yüce Allah’ın varlığı başka bir varlığa bağlı olmayıp zatının gereğidir. Bu, Allah’ın varlığının zatıyla kaim olması demektir. Var olmak Allah’ın zatının vacip bir sıfatıdır. Bu sebeple Yüce Allah’a Vacibü’l-Vücud denilmiştir. “Vücud”un zıddı “adem”dir. “Yok olma” demek olan “adem” Yüce Allah hakkında söz konusu değildir. Allah’ın yok olduğunu iddia etmek, kâinatı ve içindeki varlıkları inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü her şeyi yaratan ve var eden O’dur.
Kıdem
Kıdem, Yüce Allah’ın varlığının başlangıcı olmaması demektir. Yüce Allah kadimdir, ezelîdir. Yani önce yok iken sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Yüce Allah’ın var olmadığı bir zaman tasavvur edilemez. Aslında zaman ve mekânı yaratan da O’dur. Yüce Allah zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh, ezelî ve kadim “Zât-ı Zülcelâl”dir. “Kıdem”in zıddı olan “hudüs” [sonradan olma, belli bir zamanda yaratılma], Yüce Allah hakkında söz konusu edilemez.
Beka
Beka, Yüce Allah’ın varlığının sonu olmaması, daima var olması demektir. Yüce Allah’ın varlığının başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. O hem kadim ve ezelî, hem de baki ve ebedîdir. Zaten kıdemi sabit olan bir varlığın, bekası da vacip [zorunlu] olur. “Beka”nın zıddı “fena [sonu olmak]”tır. Bu ise Yüce Allah hakkında düşünülemez.
Muhalefetün lil-Havadis:
Allah’ın sonradan var olan varlıklara benzememesi demektir. Yüce Allah ne zatında, ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez. Biz Allah’ı nasıl düşünürsek düşünelim, O, hatır ve hayalimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hatıra gelenlerin hepsi “hâdis [sonradan yaratılmış]”tır. Allah’tan başka tüm varlıklar yok iken sonradan var edilmiş varlıklardır. İnsan aklı sonradan oluşmuş bu üç boyutlu varlıkları algılayabilmekle sınırlıdır. Yüce Allah ise her bakımdan sınırsız; vücudu vacip, kadim ve baki, her şeyden müstağni, her türlü noksandan uzak, bütün kemal sıfatlara sahip ilâhî ve mukaddes bir varlıktır. Şüphe yok ki, böyle yüce bir varlık, önce yok iken sonra var olan, daha sonra da yine yok olan varlıklara benzemez. Nitekim Yüce Allah kendi zatını Kur’an’da “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işitendir, en iyi görendir.” (Şûra; 11) diye tanıtmıştır.
Kıyam Binefsihî
Yüce Allah’ın başka bir varlığa ve hiçbir mekâna muhtaç olmadan zatı ile kaim olması demektir. Mevcudatın hepsi sonradan vücuda gelmiştir. Bu sebeple de bir yaratana ve bir mekâna muhtaçtırlar. Buna karşılık her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah’ın varlığı, zatının gereğidir ve varlığı hiçbir şeye muhtaç değildir. Şayet Allah da var olabilmek için başka bir varlığa muhtaç olsa idi O da mahlûk olur, her şeyin “Halık”ı ve başlangıcı olmazdı. Hâlbuki O her şeyin yaratıcısıdır. O’ndan başka her şey mahlûktur. Halık [Yaratıcı] ise mahlûkuna [yarattığına] asla muhtaç olmaz.
Vahdaniyet
Vahdaniyet Allah’ın bir [tek] olması demektir. Vahdaniyet Yüce Allah’ın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Yüce Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir [tek] olduğunu; saltanat ve icraatında ortaksız bulunduğunu ifade etmektedir. Kur’an’da şöyle buyrulur: “22Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır.” (Enbiya; 22).
Hayat
Yüce Allah’ın hayat sahibi olması demektir. Yüce Allah’ın bu sıfatı mahlûkattaki gibi geçici ve maddî bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir. Bütün hayatların kaynağı olan hakikî hayattır. Hayat sıfatı, Allah’ın İlim, İrade, Kudret gibi kemal sıfatlarıyla yakından ilgilidir. Bu sıfatların sahibi bir varlığın hayat sahibi olması zarurîdir. Çünkü ölü bir varlığın ilim, irade ve kudret gibi kemalâtın sahibi olacağı düşünülemez. Bunun içindir ki, hayat sıfatı bilginlerce “Yüce Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan ezelî bir sıfattır” diye târif edilmiştir. Hayat sıfatının zıddı “memat [ölü olmak]”tır. Bu ise Allah hakkında düşünülemez.
İlim
Yüce Allah’ın her şeyi bilmesi, ilmi ile her şeyi kuşatması demektir. Bu âlemi en güzel şekilde ve en mükemmel bir nizam üzere yaratıp idare eden yüce gücün, yarattığı varlığı en ince teferruatına kadar bilmesi gerekir. Zira hakikati, faydası, lüzum ve hikmeti bilinmeyen bir şey nasıl yaratılabilir? O halde yaratıcının bir şeyi yaratabilmesi için evvelâ ilim sahibi olması, sonra o ilmin icaplarına göre yaratması şarttır. Ayrıca gerek iman ve salih amel sahiplerini ödüllendirmek, gerekse isyan eden ve kötü yolda olanları cezalandırmak ancak bu kimselerin yaptıklarını bütün ayrıntısı ile bilmekle mümkündür. İlmin zıddı olan cehil, gaflet ve unutkanlık gibi zaaflar Allah hakkında söz konusu edilemez.
İrade
Allah’ın bir şey hakkında şöyle olup da böyle olmamasını dilemesi; her şeyi dilediği gibi tayin ve tespit etmesi demektir. Yüce Allah kâmil bir irade sahibidir. Bu kâinatı ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Kâinatta olmuş ve olacak her şey Allah’ın dilemesi ile olmuş veya olacaktır. O’nun her dilediği mutlaka olur, dilemediği de asla olmaz. Bu hususta Kur’an’da şöyle buyrulur: “Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse [onu dilerse] ona ancak ‘ol’ der, o da oluverir.” (Bakara 117, Âl-i Imran 47, Nahl 40, Meryem 35, Ya Sin 82, Mümin 68)
Kudret
Kudret, Yüce Allah’ın irade ve ilmine uygun olarak varlıklar üzerinde tasarruf etmesi, her şeyi yapmaya ve yaratmaya gücü yetmesi demektir. Kainattaki şaşmaz düzen ve göz kamaştırıcı güzellikler, Allah’ın sonsuz kudret sahibi olduğuna en büyük delildir.
Tekvin
Tekvin, icat ve yaratma; bir başka ifadeyle de, madum [yok] olan bir şeyi yokluktan çıkarmak demektir. Tekvin, ilim, irade ve kudret sıfatından ayrı bir sıfattır. Allah’ın yaratmak, rızk ve nimet vermek, azap etmek, diriltmek ve öldürmek gibi bütün fiilleri tekvin sıfatının tecellileridir. Bunlara “fiilî sıfatlar” da denilir. Kudret ve Tekvin Allah’ın kemal sıfatlarından olup zıtları olan acz, Allah hakkında ileri sürülemez.
Sem’ ve Basar
Allah’ın her şeyi işitip her şeyi görmesi demektir. Sem’ ve Basar sıfatları da Allah’ın ezelî ve ebedî kemal sıfatlarındandır. Uzaklık-yakınlık, açıklık-gizlilik, aydınlık-karanlık gibi fiziksel durumlar Allah’ın işitip görmesine herhangi bir engel teşkil edemezler. O, içimizdeki fısıltıları, kalpten ve gönülden yaptığımız duaları işitir ve bu dualara hikmetine uygun şekilde karşılık verir. Yüce Allah’ın Semi’ ve Basîr [her şeyi en iyi işitici ve en iyi görücü] olduğu Kur’an’da defalarca zikredilmiştir. Sem’ ve Basar sıfatları birer kemal sıfat olduğundan, zıtları olan âmâlık [görmemek] ve sağırlık [işitmemek], Allah hakkında söz konusu edilemez.
Kelâm
Yüce Allah’ın harfe ve sese muhtaç olmadan konuşması demektir. Allah’ın kelâm [konuşma] sıfatı ezelî ve ebedîdir. Bu sebeple Allah’a “Mütekellim” denilir. Kur’an’a da “Kelâmullah” tabir edilir. Allah’ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği ilâhî kitaplar hep Kelâm sıfatının bir tecellisidir.
İslâmiyet’in Allah inancı ile diğer dinlerdeki “ilâh” anlayışı arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Batıl ilâhlar insanların kendi ihtiyaçları doğrultusunda edindikleri ilahlardır. Bu ilâhların hüküm koymak gibi bir özellikleri de yoktur. İnsanların ihtiyaçları karşılandığında bu ilâhların fonksiyonları da ortadan kalkmaktadır.
İslâm ise mutlak bir yaratıcının, hüküm koyucunun ve ibadet edilecek bir tek ilâhın var olduğu, onun da hiç bir ortağı bulunmadığı esası üzerine kurulmuştur. İslâm, insanları bu ilâha [Allah’a] iman ve ibadet etmeye çağırır. Vahiy kaynaklı olmayan diğer dinlerin ilah anlayışları insanların kendi telakkileri ile oluşmuştur. İnsan yok olduğunda bu ilâhlar da yok olurlar. Oysa Allah insanı yaratandır. Varlığı kendi zatı ile kaim olduğu gibi, insan yaratılmadan önce de vardır. Bu nedenle; yaratılış kodlarına uygun davranan insan gerçek ilah olarak ancak Allah’a inanabilir. İhtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım elini uzatan, onu koruyup gözeten, sıkıntılı ve korkulu anlarında onu emniyete ulaştıran bu tek gerçek ilah, aynı zamanda ibadet edilmeye de layık tek varlıktır.
Allah’ın varlığını, birliğini [tekliğini], tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmak olarak tanımlanan tevhit inancı, Kur’an tarafından çeşitli yönleri ve boyutları ile ortaya konmaktadır. Bütün bunlar şöyle özetlenebilir:
Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O’na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan arınıktır. Eğer O’nun yanı sıra başka tanrılar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak isteyeceklerdi. O birdir, ama Hıristiyanların sandığı gibi üç içinde bir değildir. O’na oğulları, kızları isnat edenler, İsa’nın O’nun oğlu ya da kendisi olduğunu söyleyenler, Allah’a iftira etmiş olurlar. O’nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Ancak kâfirler, hiçbir şey yaratmayan ve kendisi yaratılmış olan şeyleri O’na ortak koşmaktadırlar. Oysa O’na ortak koşulan sözde tanrılar ne kötülük, ne de iyilik yapmaya güç yetirebilir. Bu sahte tanrılar ne ölümü, ne hayatı, ne de yeniden dirilmeyi kontrol edebilirler. Bu nedenle, Allah’la ilişkili olabilecek bir tanrı yoktur. İnsanların uydurduğu tanrılar, zanna dayalı isimlerden ve uyduranların nefislerinin hevasından başka bir şey değildir.
Allah, mutlak güç sahibidir. Her şeyin dönüşü O’nadır. O, yaratıcıdır, yaratma sürecini başlatan ve dilediği gibi yaratandır. Başlangıçta gökleri ve yeri yaratmış, onları duman ya da nebülöz halindeki cevher olarak bir araya getirmiş ve daha sonra birbirinden ayırmıştır. O’nun emri kesindir, kimse onu değiştiremez. Gökler ve yer, üzerindeki tüm varlıklarla birlikte yarattığı Güneş, Ay ve yıldızların tümü O’nun kanunlarıyla ve O’nun buyruğuyla hareket ederler. Gökte ve yerde bulunan her yaratık O’nun emirlerine boyun eğer. O, her şeyi yaratan, var eden ve onlara şekil verendir.
Allah âlemlerin Rabbidir, gizlilerin de Rabbidir. O’nun gücü her şeye yeter; göklerin ve yerin tüm güçleri O’na aittir. O, kerim olan Arş’ın, yüce Arş’ın Rabbidir. Tüm yükselme derecelerinin sahibidir. Bir beşik gibi arzı uzatır, gökten, uygun ölçülerde su indirir. O, bütün varlıkları çiftler halinde yaratmıştır. Gök kubbeye düzen ve mükemmellik vermiştir. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hâkimiyeti Allah’ındır. Doğu ve batı O’nundur. Ne yana dönerseniz dönün, O oradadır. Çünkü her şeyi kuşatmıştır. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplar. Yarattıklarını koruyup gözetir ve bunda hiçbir güçlükle karşılaşmaz. O, azizdir, hikmet sahibidir.
Allah yalnız yaratıcı değil, aynı zamanda rahîmdir, rızk verendir, koruyandır, yardımcıdır, hidayet verendir ve tüm yaratıkların darda kalmışlarına yardım ulaştırandır. Allah dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Dünya, belirlenmiş bir süreye göre, bir amaçla ve bir plân doğrultusunda yaratılmıştır. O kanunlar koyar, rehberlik eder, her şeyi bir ölçü ve takdire göre düzenler, yaratır, yol gösterir. O, her şeyi bilendir, her şeyi görendir.
Allah, hüküm verenlerin en iyisidir. Hiç kimseye zerre kadar zulmetmez; hüküm gününde adalet tartıları kurulacak, en küçük bir amel bile hesaplanacaktır. O çabuk ceza verendir ve acı azapla cezalandırır. İnsanlara adil olmalarını buyurur ve adil olanları sever. Günahtan sakınıp sevap işleyenlere büyük ödüller verir. İnsanların iyi amellerini, en güzel şekilde ödüllendirmek için yazdırmıştır. Allah tüm iyilikleri kendisinde toplamıştır, tüm iyiliklerin kaynağıdır. Her türlü kötülükten de uzaktır.
Allah, insanı hiçbir şey değilken var etmiş, bir tek nefisten tüm insanlığı yaratmıştır. İlk insanla eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadının üremesini sağlamıştır. İnsanın yeryüzüne halife olmasını istemiş, onu ölümlü bir varlık yapmış, ölümünden sonra kıyamet günü dirilmesine hükmetmiştir. İnsanı yaratılmışların üstünü yapmıştır. Çünkü Allah onu en güzel bir suretle yaratmıştır.
Allah, en güzel bir suretle yarattığı insanın mükemmelleşmesinden başka bir şey istemez. Allah insanlığı kuşatmıştır. O, insanın daima yanındadır, ona şahdamarından bile daha yakındır.
Allah’ın birliğinden söz etmek, O’nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu söylemektir. Zatının bir olduğunu söylemek, O’nun kısmının, parçasının, bölümünün olmadığını söylemektir. Çünkü birleşik olmaması Allah’ın zorunlu niteliklerindendir. Sıfatlarının bir olduğunu söylemek, eşinin, benzerinin olmadığını kabul etmektir. Çünkü yaratılmış varlıklara benzememek de O’nun temel nitelikleri arasındadır. Fiillerinde bir olduğunu söylemek ortağı bulunmadığını söylemektir. Çünkü ortaklık aczi gerektirir.
Allah’a ibadet belirli amellerle sınırlı değildir. Allah’a ibadet etmek, insanın her adımında, her hareketinde, her sözünde O’nun koyduğu kurallara uyması, O’nun hükümlerini yerine getirmesi, elçileri vasıtasıyla gösterdiği yoldan yürümesi demektir. Yalnızca O’ndan yardım dilemek, korkmak, O’na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O’ndan başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O’na havale etmek, O’ndan başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek tevhit inancının zorunlu gereklerindendir. Bütün bunlar bir ve tek olan Allah’a ibadetin farklı boyutlarını oluşturan ilkelerdir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.