19-FİL [FİL] SURESİ
FİL SURESİNE GİRİŞ
Fil suresi Mekke’de 19. sırada inmiştir. Surenin iniş tarihinin M.S. 615 olduğu tahmin edilmektedir. Bu sureden önce inen Kâfirun suresi ile arasında fazla bir zaman aralığı bulunmadığı bilinmektedir. O dönemde Müslümanların sayısı daha 40’ı bile bulmamış, Ömer ile Hamza henüz Müslüman olmamışlardır. [Ömer ve Hamza, iki Habeşistan hicreti arasındaki dönemde, M.S. 616 yılında Müslüman olmuşlardır.]
Bu dönem, Müslümanlarla kâfirler arasındaki dengenin kâfirler lehine olduğu, kâfirlerin varlıklı, güçlü ve üstün oldukları bir dönemdir. Çünkü İslâm’a girenler arasında temiz vicdanlı zenginler azınlıkta olup Müslüman olanların çoğu dünya malına sahip olmayan varlıksız kimselerdir. Böyle bir ortamda Kâfirun suresi inmiş ve Müslüman olmayanlara “Eyyühe’l-kâfirûn” diye hitap edilerek müminlere saflarını onlardan ayırma vaktinin geldiği, herkesin kendi dinini/düzenini yaşaması gerektiği bildirilmiştir.
Surenin İniş Sebebi
Kâfirun suresi ile yapılan bu bildiriden sonra, kâfirler artık peygamberimizle yapmayı düşündükleri uzlaşmadan/anlaşmadan tamamen ümitlerini kesmişler ve yeni bir strateji belirlemeye karar vermişlerdir. Maddeci, ahiret inkârcısı ve ahlâksız kâfirler [Kureyş’in ileri gelenleri], çıkarları gereği putçuluğu devam ettirmek azminde oldukları için tüm putları reddeden Müslümanlığı kendi çıkarları açısından tehlikeli bulmuşlar, İslam’ın ilerlemesine engel olmayı yeni stratejileri olarak benimsemişlerdir.
İlk zamanlar Haşimîlerden çekindikleri için Ebutalib’in himayesinde peygamberimizin hayatına müdahale edemeyen Kureyşliler, artık sadece “mecnun, kâhin, şair” gibi ifadelerle yetinmeyip fiziksel saldırılara da başlamışlardı. Bu saldırılarını Ukbe’nin Kâbe’de yaptığı gibi, peygamberimizi boğma girişiminde bulunacak kadar ileri götürmüşlerdi.
Yeni stratejileri gereği, herkesin gözünü korkutarak Müslümanlığın ilerlemesine engel olmayı amaç edinen Kureyşliler, kabilesi güçlü olan Müslümanlara dokunamamalarına karşılık, kimsesizlere, özellikle köle ve cariyelere, sonu ölümlerle biten işkenceler uygulamışlardır. Giderek artan bu işkenceler karşısında, Müslümanların bir kısmı dinlerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Bu dönemde peygamberimiz ve beraberindekilerin içinde bulundukları korku ve çaresizlik, daha sonra Bakara suresinin 214. ayetinde başkalarına örnek olarak anlatılmıştır.
İşte, peygamberimiz ve Müslümanlar bu sıkıntılar içindeyken gerekli manevî destek onlara bu sure ile verilmiş; Allah’a inanıp buyruklarını yerine getirenlerin, hakka inanmalarına rağmen güçsüz oldukları için zalimlere karşı çıkamayanların korkmamaları gerektiği, Allah’ın onları koruyacağı ve onlara yardım edeceği bildirilmiştir. Ayrıca bu surede, Allah’ın buyruklarına karşı gelenlerin, inananlara ve zayıflara saldırıda bulunarak zulmedenlerin, güçleri ne olursa olsun Allah’ın cezalandırması karşısında yok olup gidecekleri de vurgulanmıştır. Peygamberimiz ve çevresindeki Müslümanları rahatlatan, Allah ve elçileri tarafında olanların mutlaka galip geleceğini bildiren bu ifadeler, daha sonra inen değişik surelerde şöyle tekrarlanmıştır:
67Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O’nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez. (Mâide/67)
20Allah’a ve Elçisi’ne sınırı aşmaya uğraşanlar; onlar, en aşağılık kişiler arasındadırlar.
21Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücadele/ 20, 21)
171-173Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.”
(Saffat/ 171-173)
51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
52O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir.
(Mü’min/ 51) 52
19/ FİL [FİL] SURESİ
Ayetlerin meali:
1,2Rabbin, filli orduya nasıl etti görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?
3-5Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi.
/ Rabbin, ahmaklar, geri zekalılar güruhuna nasıl etti görmedin mi? Onların üzerine necm necm ayetler/ bela üstüne belalar gönderdi de onları hem vicdanen rahatsız etti hem de köklerini kazıyıp yok etti.
Ayetlerin Tahlili
- Ayet:
1Rabbin, filli orduya/ ahmaklar, geri zekâlılar güruhuna nasıl etti görmedin mi/ hiç düşünmedin mi?
Ashab-ı Fil
- Tamlamadaki “Fîl” sözcüğünü hekesin bildiği, hortumlular takımından karada yaşayan memelilerin en irisi olan hayvanın adı olarak ele alırsak, “Ashab-ı fil” tamlamasının sözcük anlamı “fil arkadaşları”dır.
- “Fîl” sözcüğünün öz anlamı olan “kıt görüş, feraseti (öngörüşü) zayıf, ahmak, geri zekalı”[1] anlamını ele alırsak, “ashab-ı fil” tamlamasının anlamı, “ahmaklar, geri zekalılar, duyarsızlar güruhu” demek olur. (Fil, mükemmel hafızası olmasına rağmen, bazı aletleri kullanmasını becerebilmesine rağmen, yetilerinin hakkını vermediğinden Araplar bu hayvanı “Fil” diye isimlendirmiş olmalılar.)
Kur’an’da bu tamlamaya benzer, Ashabunnar (Cehennem Ashabı), Ashabulcahıym (Kızgın ateşin asahabı), Ashabısair, Ashabulcennet (cennetin ashabı), Ashabulyemin, Ashabulmeymene (sağın/uğurun ashabı), Ashabuşşimal, Ashabulmeş’eme (solun/uğursuzluğun), Ashabula’raf (Arafın, yani Kur’an öbeklerinin ashabı), Ashabussebt (İbadet günü/cumartesi ashabı), Ashabumedyen, Ashabulhicr, Ashabulkehf, Ashaburrakım, Ashabıssıratısseviy (Düz yolun ashabı), Ashaburress, Ashabussefine, Ashabulkubur, Ashabuluhdud gibi birtakım tamlamalar vardır.
Allah’ın izniyle biz, sureyi her iki anlamı da dikkate alarak takdim ediyoruz.
BİRİNCİ ŞIKKA GÖRE İZAHIMIZ:
Tarihi kaynaklara göre “Fil olayı”, bu surenin inişinden 45 veya 46 yıl önce meydana gelmiştir. Böyle olmasına rağmen sure, sanki olay yeni meydana gelmiş ve herkes de görmüş gibi “الم تر görmedin mi?” ifadesi ile başlamıştır. Bunun sebebi, “fil olayı”nı gören, yaşayan insanların sayısının çok olmasıdır. Rivayetlere göre, surenin iniş yıllarında yaşları 50’nin üzerinde olup bu olayı hatırlayanlar olduğu gibi, “Ashab-ı Fil”e mensup olup bizzat olayı yaşamış ve sakatlığı sebebiyle ülkesine geri dönememiş kimseler de vardır.
Bir olayı ne kadar çok insan görmüş ve yaşamışsa, o olayın meydana gelişi hakkındaki rivayetlerin yalan olma ihtimali o kadar zayıftır. Tevatüren sabit ve kanıtlanmış olaylar için “duymadın mı” yerine “görmedin mi, görmüyor musun?” gibi ifadeler, Arapçada olduğu gibi pek çok dilde de kullanılmaktadır. Bu soru tıpkı Mâûn suresindeki gibi cevabı beklenen bir soru olmayıp teaccüp [hayret] uyandıran bir soru şeklidir. Bir bakıma ayet “Onlardan korkman, çekinmen şaşılacak şey! Korkma, bak Rabbin Fil Ashabını ne hâle getirdi! Gerekirse onları da, senin düşmanlarını da yok ediverir” anlamında bir uyarı ifade etmektedir.
Bu ifade tarzının ayrıca geleceğe yönelik mucize bir mesaj olma ihtimali de mevcuttur. Belki de ilerideki bir tarihte yapılacak arkeolojik araştırmalar sırasında “Ashab-ı Fil”in yeraltındaki kalıntıları bulunacak, bu kalıntılar firavunun cesedi gibi müzelerde sergilenecek, bu olayın gerçekliği bir başka yolla daha gün ışığına çıkacaktır.
Fil Ashabı, Kur’an’a göre, kötü plânları sebebiyle Allah tarafından helâk edilmiş bir topluluktur. Arap ve İslâm kaynaklarından olan İbn İshak’ın es-Siret; İbn Hişam’ın es-Siret; Taberi’nin Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülük gibi eserlerine göre “Ashab-ı Fil”, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin komuta ettiği, heybetini arttırmak için önünde Habeşistan’dan getirilmiş bir filin yürütüldüğü orduya verilen isimdir.
Tarihî kaynaklara göre VI. yüzyılın ortalarında Habeşistan’ın Yemen valisi olan Ebrehe, Arapların Kâbe’ye olan saygılarını görmüş, dinî, siyasî ve ekonomik amaçlarla San’â şehrinde “el-Kulleys” adında gösterişli bir kilise yaptırmış ve yayınladığı bir bildiri ile Arapları bu kiliseyi ziyarete çağırmıştır. Bu davet Araplar tarafından kabul görmediği gibi Ebrehe’nin kilisesi de bir Arap tarafından hakaret maksadıyla kirletilmiştir. Buna çok öfkelenen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak amacıyla ordusuyla birlikte Mekke üzerine yürümüştür. Ordunun başında yürüyen fil dolayısıyla bu olaya “Fil Olayı”, olayın vuku bulduğu seneye de “Fil Senesi” denmiştir.
Bakara suresinin 127. ayetinden öğrendiğimize göre, oğlu İsmail ile birlikte İbrahim peygamber tarafından inşa edilen tavansız, küçük ve dört köşe olduğu için Kâbe diye adlandırılan Beytullah; tevhid okulu, yine Kur’an’dan öğrendiğimize göre Allah’ın İbrahim peygambere vahyi doğrultusunda, insanların ziyaret yeri olarak ilân edilmiştir (Hacc; 27). Kur’an’da “بيتى Beytî [Evim], Beytullah [Allah’ın Evi], (Bakara 125, Hacc 26), “بيت العتيق Beytü’l-Atik” [Eski Ev] gibi isimler verilen Kâbe, içinde bulunduğu kent olan Mekke’ye de “امّ القراء Ümmü’l-Kurâ” [Kentlerin Anası, Anakent], (En’âm 92), “Beledü’l-Emin” [Güvenli Kent] (Tin 3) gibi nitelikler kazandırmıştır.
Yaptırdığı kilisenin bir Arap tarafından kirletilmesine son derece öfkelenen Ebrehe, karşılık olarak Araplar arasında “Allah’ın evi” denilen ve emin bir yer olduğu inancı yaygın olan Kâbe’yi yıkmaya karar vermiştir. Saldırı öncesinde Abdülmuttalib’in o güne kadar Kâbe’ye hiç kimsenin saldırmadığı ve kendisinin de saldırmaması gerektiği yolundaki uyarılarına karşı, Kâbe’yi yıkarak onun “emin ev” olma özelliğini de yıkacağını söyleyen Ebrehe, Kâbe’yi Allah’ın bile elinden alamayacağını da sözlerine ekleyerek büyüklenmiştir.
O tarihte Arabistan yarımadasının ortasında, kendi aralarında bitmek bilmeyen savaşlar süren bedevi Arap kabileleri yaşamaktaydı. Birbirlerine bile üstünlük sağlayamamış bu kabileler, kutsal saydıkları evlerinin yıkılmasını önlemek için münferit karşı koyma hareketlerine girişmişlerse de, Ebrehe’nin güçlü ordusu karşısında yenilip dağılmışlardır. Böylece, ancak küçük direnişlerle karşılaşan ve onları kolaylıkla bertaraf eden Ebrehe, Mekke yakınlarına gelmiştir. Kâbe’nin yıkılmasına halkın direniş göstermemesi hâlinde kimseye dokunmayacağını vadeden, aksi takdirde bütün şehri yıkacağı ihtarında bulunan Ebrehe, ikazına uyan halkın şehri boşaltmasına izin vermiştir.
Ertesi sabah Mekke’ye girmek üzere hareket eden Ebrehe’nin ordusu, Müzdelife ile Mina arasındaki Mahasab vadisi yakınında, Muassıb denilen yerde iken, ayetlerde anlatıldığı gibi müthiş bir afet ile helâk olmuştur. Ebrehe ve ordusunun helâk olması her yerde duyulmuş, bu olay nedeniyle Kureyş itibar kazanmış ve Kureyş’in kervanları gittikleri her yerde âdeta dokunulmazlık elde etmiştir.
Tarihi kaynaklara göre M.S. 571 yılında cereyan eden bu olay üzerine, müşrik Mekkeliler on yıl kadar sadece “Tek Allah’a” iman edip putlarını Kâbe’den kaldırmışlar fakat daha sonra yine eski âdetlerine dönmüşlerdir.
- Ayet:
Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?
Yani; “Tıpkı yolunu şaşırıp aradığına ulaşamayan insan gibi, onların düzenlerinin yönünü şaşırtmadı mı? Hedefinden ve amacından saptırmadı mı?”
Burada Kureyş’e, güçlü olan Ashab-ı Fil’e karşı âciz kaldıkları bir sırada Kâbe’yi koruyup himaye eden Allah’ın bu nimeti hatırlatılmaktadır. Başka bir ifade ile; daha önce Kendi evine saldırmak isteyenleri ezip geçen Allah’ın, elçisine ve inanmış azınlığa karşı kendi güçleri ile gururlananları da ezip geçeceği ihtar edilmektedir.
3-5. Ayetler:
3-5Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi.
Ayette geçen “طير tayr”, “طائر tâir” sözcüğünün çoğuludur. “طائر Tâir”, sözlüklerde “havada kanatla uçan varlık” olarak bildirilmiştir. Yani sözcüğün vazı’ [ilk] anlamında “kanatla uçmak” söz konusu olup kanatsız uçma anlamı içermiyor demektir. Eski müfessirler bu anlama itibar ederek ayete “Üzerlerine sürü halinde kuşlar göndermedi mi?” manası vermişlerdir. Buna bağlı olarak da sure ile ilgili yüzeysel yorumlar yapılmıştır:
Kimileri “Bu sure mucez [az öz ifadeli] bir suredir, olayla ilgili fazla detay yoktur, çünkü surenin ana teması olaydaki detay değil olayın sonucudur, yani o günün süper dev gücünün hakka zarar verme teşebbüsünün sonuçsuz bırakılması ve yok olmasıdır” demişler ve ayetlerin tamamını anlamayı gereksiz görerek “Ayetlerin bu kadarını anlayıp tamamını anlamasak da olur” deyip işin içinden çıkmışlardır.
Kimileri de Allah’ın “Ashab-ı Kehf” kıssasında mağara arkadaşlarının sayısını kapalı bıraktığı gibi bu konuyu da kapalı bıraktığını, konu hakkında fikir yürütmenin gayba/karanlığa taş atma anlamına geleceğini [boş, kanıtsız sözlerden başka bir şey olmayacağını] ileri sürmüşler ve her iki konunun kapalı bırakılmasında hikmetler olacağını beyan edip ayetleri anlamaya gayret göstermemişlerdir.Muhammed Abduh ve arkadaşları ise, 3. ayetteki “طير tayr [uçanlar]” sözcüğünün, mikrop taşıyan sivrisinekler olduğunu ve bu küçük canlıların Habeşli askerler üzerine mikrop saçmış olabileceklerini ileri sürmüşlerdir.