8-A’LA SÛRESİ[EN YÜCE] SURESİ
A’LÂ SURESİ’NE GİRİŞ
Sebbih suresi de denilen A’lâ suresi, iniş sırasına göre sekizinci, Mushaf tertibine göre seksen yedinci sıradadır. Mekke’de inmiştir.
Bir önceki sure olan Tekvir suresinde;
– Peygamberimizi engellemek isteyen Ebuleheb ve yandaşlarının bu girişimlerini etkisiz kılmak için kıyamet ve mahşer sahneleriyle uyarılar yapıldığı,
– Peygamberimizin Allah katında çok itibarlı olduğu,
– Doğruya gitmek isteyenler için bir yol gösterici ve öğüt olan Kur’an’ın Muhammed (as)’in kendi sözü olmayıp “elçi” sıfatıyla; Allah’ın kendisine vahyettiklerini Allah adına söylediği sözlerden oluştuğu ve dolayısıyla üzerinde tartışılmaması gerektiği öğrenilmişti.
Rabbimizin sıfatlarından birkaç tanesinin ön plâna çıkarıldığı A’lâ suresinde ise peygamberimizin eğitimine devam edilmekte, bunun yanı sıra insanlara uyarılar yapılıp öğütler verilmektedir.
8/ A’LÂ [EN YÜCE] SURESİ
Ayetlerin meali:
1-5Oluşturup düzene koyan, ölçümlendirip sonra yol gösteren, otlağı çıkarıp sonra da onu kapkara bir sel atığı hâline getiren Rabbinin yüce adını temize çıkar.
6-8Bundan böyle sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına ulaştırtacağız sonra da sen terk etmeyeceksin. Ancak Allah dilerse başkadır. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. Ve sana “En Kolay Olan”ı/ seni en çok mutlu edecek olan şeyleri kolaylaştıracağız.
9,10Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. 11En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. 12O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır. 13Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır.
14-17Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır.
18,19Şüphesiz bu kurtuluş reçetesi, ilk sahifelerde; İbrâhîm ve Mûsâ’nın sahifelerinde vardı.
Ayetlerin Tahlili
1 – 5. Ayetler:
1-5Oluşturup düzene koyan, ölçümlendirip sonra yol gösteren, otlağı çıkarıp sonra da onu kapkara bir sel atığı hâline getiren Rabbinin yüce adını temize çıkar.
Bu ayetlerde, Rabbimizin bazı sıfatları ile birlikte O’nun yüce adının tesbih edilmesini bildiren bir emir vardır:
“Rabbinin yüce adını temize çıkar.
Ayetin asıl mesajının odaklandığı “tesbih” sözcüğü ile ilgili açıklamalara girmeden önce bir hususa değinmekte yarar vardır. Bu husus, ayette geçen “Yüce” sıfatının Rabbe mi, yoksa Rabbin adına mı yöneltildiğidir. Cümle yapısı olarak bu sıfatın Rabbe ait olduğunu söylemek yanlış değildir. Bu takdirde ayetin “Yüce Rabbinin adını tesbih et” şeklinde çevrilmesi gerekir. Ancak aşağıda daha ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, Rabbimizi bir takım yanlış ve çirkin yakıştırmalardan arındırmak ve O’nu yüceltmek, Rabbimizin sıfat ve isimlerini arındırmak ve yüceltmek yolu ile yapıldığından, biz de tercihimizi “Yüce” sıfatının Rabbimizin adlarına yönelik olduğu yolunda kullandık.
“تسبيح Tesbih” kelimesinin sözlükte “hava veya suda hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek” anlamına gelen “سبح sebh” kökünden türemiş bir kelime olduğu, Kur’an’daki anlamının da Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden uzak tutmak, Allah’ı yüceltmek, O’nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile ilan etmek olduğu Kalem suresinin 29. ayetinin tahlilinde belirtilmişti.
“تسبيح Tesbih”, en özlü ifadeyle, yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak demektir. Bu nedenle; “Tesbih”in Ebu Hüreyre’den gelen ve namazlardan sonra otuz üç kere “Sübhanellah” demeyi öneren rivayet de dahil, otuz üçlük veya doksan dokuzluk imameli tespihlerle Allah’ın adının tekrarlanmasıyla herhangi bir alâkası yoktur. Daha ayrıntılı bilgi Kaf suresinin tahlilinde verilecektir.
İsmin Tesbihi
Bir ismi “تسبيح tesbih” etmek [noksanlıklardan uzak tutup yüceltmek] demek, aslında o ismin sahibini “tesbih” etmek demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yüceliği ve kutsallığı, o ismin yüceliği ve arınmışlığı ile ifade edilir. Bir kısım âlimler “İsim ile sahibi aynıdır” demişlerse de, ismin arındırılmasındaki maksadın o ismin sözlük anlamlarının değil, o sıfat ve isimlerin sahibinin arındırılmasına yönelik olduğu hepsi tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla ismin tesbih edilmesinden maksat, kendisine yakışmayan isim ve sıfatların Rabbimizden uzak tutulması ve adına sürülmüş karaların temizlenmesidir.
İlk dönem Kur’an bilimcilerinden olan Zemahşeri, ismin tesbihini şöyle açıklar: “Yüce Allah’ın ismini tesbih etmek demek, Allah hakkında doğru olmayan sıfatları O’na yakıştırmak ve Allah’ı bir şeye benzetmek gibi, onun isimlerini inkâr etmeye götüren manalardan onu uzak tutmak, o ismi hafife almak ve saygı dışında bir maksatla anmaktan sakınmaktır.”[1]
Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında:
– Meleklerin Allah’ın kızları olduğu,
– Üzeyir’in ve İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu,
– Bazı melek ve putların Allah’a yaklaştırıcı olduğu,
– Cinler ile Allah arasında bir nesep [soy bağı] ilişkisi bulunduğu
gibi yanlış ve saçma inanışlar yaygındı.
O günden sonra da Allah adına, cahili dönemin binlerce katı, Kur’an’da olmayan birçok görüş ve anlayış uydurulmuştur. Bu nedenle; “ismin tesbihi” emri ile yapılması gereken, bu tarz inançları yansıtan isim ve sıfatların Rabbimizin isim ve sıfatları arasından derhal çıkartılıp atılmasıdır.
ki O, yarattı
O, her şeyin yaratıcısıdır. Allah, her şeyden önce, yaratma fiili ve yaratıcı olma sıfatıyla bilinir. Kuşku yok ki, yaratan [Hâlık], yaratılan mahlûktan yüksek ve üstündür. Allah, yaratılanlarda bulunan imkân [olurluk-olmazlık], sonradan olma ve bir illete ihtiyaç duyma gibi noksan sıfatlardan uzaktır. Dolayısıyla yaratıcı ile yaratılmış olanın isim ve sıfatları karıştırılmamalı, yaratıcının ismi her şeyden üstün tutulmalıdır. Böylelikle ismi tesbih edilerek Yüce Allah her türlü eksiklikten uzak tutulmalıdır.
ve sonra düzene koydu,
Evet, Yüce Yaratıcı yarattı ve yarattıklarını çeşitli şekiller içinde fiziksel ve zihinsel donanımlarla düzene koydu. Sadece basit bir yaratma ile bırakmadı, birçok yaratışlar yaptı.
ve O, ölçümlendirip sonra yol gösteren,
İnsanoğlunun anlayabildiği ya da henüz kavrayamadığı, bilmediği tüm sistemler, atomdan gezegenlere kadar tüm evrenin düzeni, Rabb’in sonsuz iradesinin tecellisidir O, yarattığı her şeye sonsuz ilim ve iradesi ile bir قدر kader [ölçü] tayin etmektedir. Yaratılmış olan tüm canlılar, kendilerini kuşatan fiziksel, kimyasal ve biyolojik yasalarla iç içe bulunmakta, cinsleri, türleri, özellikleri, yapabildikleri ve yapamadıkları işler, yaşam şartları ve yaşam süreleri bakımından değişik sınırlara ve ölçülere tabi bulunmaktadır. Aynı evrensel yasalar cansız varlıkları da ihata etmekte, mahiyet ve biçim itibariyle birbirlerinden farklı özellikler gösteren tüm yaratılmış cansız varlıklar da işlevlerini Yaratıcı’nın evrene koyduğu ölçüye göre sürdürmektedir. (Kamer/ 49’da ayrıntılı bilgi verilmiştir.)
Yaratılanların hepsi de, gerek kendilerine verilmiş olan doğal özellikleriyle, gerekse dışarıdan gelen etkilerle ortaya çıkan özellikleriyle, Yaratıcı tarafından kendilerine belirlenen işlev ve amaçlara yönlendirilmişlerdir.
ve O, otlağı çıkardı,
Naziat suresinin 27-33. ayetlerinde “Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi” buyrulmuştur. Yüce Allah, ilâhî kudreti ile insanların ve hayvanların faydalanıp yararlanması için meraları, yaylaları, ağaçları, ormanları, meyveleri taptaze yetiştirip çıkarmıştır. Otlak, o çağlarda geçimlerini genellikle hayvancılıkla sağlayan Araplar açısından hayatî öneme sahip bir kavramdır. İnsanların geçimlerini sağlayan hayvanların varlığı ancak otlak ile mümkündür. Dolayısıyla bu ayet, varlıklarını otlaklar sayesinde sürdüren Araplara, o otlakları da çıkaranın Allah olduğunu bildirmektedir.
sonra da onu kapkara bir sel atığı haline getirdi.
Ayette geçen “ غثاء Gusâ” kelimesi “kusma” anlamına geldiği gibi, lügat ve tefsirlere göre “sel suyunun otlaklardan sürüklediği ve derelerin etrafına fırlattığı ot, çöp, yaprak ve köpükten oluşan karışım” anlamına da gelmektedir. Ayette Allah’ın otlakları, ağaçları, ormanları kurutacağı, önce hayat verdiği gibi sonra da öldüreceği anlatılmaktadır.
Ayeti, Allah’ın otları-bitkileri yeraltında başkalaşarak kömür ve petrol gibi fosil yakıtlara dönüştürdüğüğü şeklinde anlamak mümkündür. Bu hususla ilgili bir yazıyı aktarıyoruz:“Petrol, daha çok eğrelti ve algler gibi yeşilliklerin [otlağın] kaya tabakaları arasında çeşitli bakteri işlemleri görmesiyle ve uzun bir zaman sürecinin geçmesiyle oluşmuştur. Günümüzde petrolün temel kaynağının organik maddeler olduğu kabul edilmektedir. İnsan yaratılmadan önce yaratılan otlaklar, Dünya’nın ekolojik dengesindeki işlevlerinin yanı sıra, ileride petrole dönüşmek üzere de görevlendirilmiştir.“Petrol, daha çok eğrelti ve algler gibi yeşilliklerin [otlağın] kaya tabakaları arasında çeşitli bakteri işlemleri görmesiyle ve uzun bir zaman sürecinin geçmesiyle oluşmuştur.
Günümüzde petrolün temel kaynağının organik maddeler olduğu kabul edilmektedir. İnsan yaratılmadan önce yaratılan otlaklar, Dünya’nın ekolojik dengesindeki işlevlerinin yanı sıra, ileride petrole dönüşmek üzere de görevlendirilmiştir. Organik kalıntılar deniz yatağında milyonlarca yıl boyunca çürümüş ve geriye yalnızca yağlı maddeler kalmıştır. Yağlı maddeler çamur altında kalmış ve zamanla çamur sıkışıp kayaç katmanlarına, alttaki yağlı maddeler de petrole dönüşmüştür. Petrol aynen ayette geçtiği gibi ‘sel suyu’ özelliğini göstermektedir. Çoğunlukla petrol, oluştuğu yerden başka yerlere göç etmiştir. Yani petrol oluştuğu yerin dibine direkt çöken bir yapıda değildir. Petrol, bir sel suyu gibi hareket eden, göç eden, gözeneksiz sert kayaçlarla karşılaşınca da oralarda toplanan bir yapıya sahiptir. Kısacası petrol, ayetlerde geçtiği gibi; 1- Bitki gibi organik madde kökenlidir. 2- Siyahımsı bir renktedir. 3- Sel suyu gibi hareket eder. … Petrol çağının başlaması ile petrolün kullanıldığı alanlar sürekli artmıştır. Allah bu maddenin içine öyle kimyasal özellikler koymuştur ki, bu madde işlenerek yeni yapılarda, yeni kılıklarda hayatımızın farklı yönlerinde bize hizmet eder. … Bir otun çürümesiyle başlayan hikâye, yerin altında sel gibi akan petrol yataklarıyla, ya da bir deterjanla, bir tişörtle, bir tırnak cilâsıyla devam etmektedir. Kur’an’ın A’lâ suresinin 4. ve 5. ayetlerinde petrole işaret edilmektedir. Bunlardan önceki üç ayette ise, Allah’ın her şeyi bir ölçüye bağladığı, her şeye bir düzen koyduğu vurgulanır.”[2]
6-8Bundan böyle sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına ulaştırtacağız sonra da sen terk etmeyeceksin. Ancak Allah dilerse başkadır. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. Ve sana “En Kolay Olan”ı/ seni en çok mutlu edecek olan şeyleri kolaylaştıracağız.
Klâsik müfessirlere göre bu sözler özel olarak peygamberimize yöneliktir ve Allah’ın diledikleri hariç ondan hiçbir şeyin unutturulmayacağını bildirmektedir. Muhammed Esed’in de belirttiği gibi, “Allah’ın dilediği” şeklindeki istisna müfessirleri sıkıntıya sokmuştur. Çünkü peygamberimize Kur’an’ı vahyeden Allah’ın ona Kur’an’ın herhangi bir kısmını unutturmak/ terk ettirmek isteyeceğini düşünmek pek makul değildir. Bu nedenle ilk dönemlerden günümüze kadar bu konuya tatminkâr olmayan birçok açıklama getirilmiştir.
Ancak yukarıdaki pasajın görünüşte peygamberimize hitap etmesine rağmen, genel olarak “insan”a yönelik olduğu ve Alak suresinin ilk beş ayetini içeren ilk vahiydeki “Allah’ın insana bilmediğini öğrettiği” ifadesiyle bağlantılı olduğu kabul edilirse, söz konusu yorum zorluğu ortadan kalkar.
Burada, insanı yaratış amacına uygun olarak şekillendiren ve ona doğru yolu göstereceğini vaat eden Allah’ın, ona [insana] insanlığın biriktireceği, kaydedeceği ve ortaklaşa hatırlayacağı bilgi unsurlarını elde etme yeteneği vereceği, dolayısıyla öğreteceği bildirilmektedir.
Rabbimiz “Ancak Allah dilerse başkadır” buyurmaktadır.
A’LÂ SURESİ “İLLÂ MA ŞÂE”
A’lâ suresi 6 ve 7. ayetlerdeki إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ…” — سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى senügriüke felâ tensa illâ ma şâe Allah” ifadesindeki “nisyan” sözcüğü “unutma” anlamında ele alınıp bir de istisna yapılınca; buradan ister istemez “Allah’ın dilediği bazı ayetleri peygambere unutturacağı” anlamı ortaya çıkmaktadır.
Durum böyle olunca “unutturma” ifadesi, “nesh” anlamına çekilmiş ve buna dayanılarak, Allah’ın dilediği ayetleri nesh edeceği inancı oluşturulmuştur. Başka bir ifade ile Kur’an’da nesh olduğu kabul edilmiştir. Bununla ilgili bir de ilim icat edilmiş ve bu ilimde nesh çeşitlendirilmiştir.